ÖZET : Davacının, kadın sığınma evinde görevli personel tarafından darp edilmesi sonucu psikolojik travma geçirdiğinden bahisle, uğramış olduğu manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk,
T.C. UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ HUKUK BÖLÜMÜ ESAS NO : 2016 / 652 KARAR NO : 2017 / 268 KARAR TR : 8.5.2017 | ÖZET : Davacının, kadın sığınma evinde görevli personel tarafından darp edilmesi sonucu psikolojik travma geçirdiğinden bahisle, uğramış olduğu manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın İDARİ YARGI yerinde görülmesi gerektiği hk,
|
K A R A R
Davacı : Ş. G.
Vekili : Av. E.M.
Davalı : Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı
Vekilleri : Av.S.B., Av. Ş. Y.
O L A Y : Davacı vekili dilekçesinde; 55 yaşındaki müvekkilinin 2012 yılı temmuz ayında kendisinden yaşça büyük 14 yıllık eşinin yaşlılık sebebiyle çok konuşması ve hakaretlerine dayanamayarak evi terk edip karakola sığındığını; geçici bir süre için Ondokuz Mayıs Kadın Sığınma Evinde kalması için kendisine yardımcı olunduğunu; sığınma evinde kaldığının 3. Günü, 27.07.2012 tarihinde gece çok susayarak, yemek yenilen bölümdeki damacanadan su içmek için aşağıya indiğinde, kendisinden yaşça küçük bayan güvenlik görevlisi Nebahat Yeşilyurt’un, aşağılayıcı şekilde, yüksek sesle su içemeyeceğini söyleyince, müvekkilinin “kızım bu suyu buraya sen mi getirdin bir bardak içeceğim, devletin suyu değil mi” şeklinde cevap verdiğini, bunun üzerine güvenlik görevlisinin müvekkiline bağırarak terlik fırlattığını; rencide olan müvekkilinin, karşılık vermeyerek yukarıya odasına çıktığını; eşine kızarak, beni ne hallere düşürdün bu yaşta bir bardak su için aşağılanıyorum diyerek ağladığı sırada, güvenlik görevlisinin, arkasına paspasçı, bulaşıkçı ve sığınmacı kadınları da toplayarak, hışımla odaya girdiğini; müvekkilinin üzerine çıkarak kollarına, bacaklarına vurduğunu, saçlarını ve kulaklarını çekerek darp ettiğini; müvekkilinin neye uğradığını şaşırdığını, oda arkadaşı dahil hiçbir kadının, çekindikleri için bu görevliye müdahale edemediğini, şiddete maruz kalmanın yanında, onca insanın gözleri önünde aşağılayıcı şekilde dayak yemenin müvekkilini ruhen yıktığını; bu devlet görevlisinin, yaptığı yasa dışı hareketten hiç çekinmeyip, bir de polis çağırarak müvekkilini sığınma evinden attırmak istediğini, ancak gelen polis memurlarının, darp edilmiş müvekkilini görünce, şikayet üzerine görevli memuru da karakola götürdüğünü, darp edildiğine dair adli rapor alındığı halde, orada kalan ve görevlinin gürültü yaptığı iftirasına ortak olmak zorunda kalan birkaç tanığın açık yalan beyanıyla, mağdur olan müvekkilinin, savcılıkta hakaretten sanık konumuna düşürüldüğünü, kamu davası açıldığını, darp eden görevli hakkında ise kovuşturmaya yer olmadığı şeklinde karar verildiğini; yani müvekkilinin, kadın sığınma evinde kamu görevlisinden dayak yemekle, cezai açıdan savcılıkça gereği yapılmadığı için, idari eylem ve işlemlerle iki kez ağır haksızlığa uğradığını, İdareden aldığı yetkileri sorumsuzca istediği şekilde kullanan kamu görevlileri olduğu müddetçe hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışının hayata geçemeyeceğini, Kamu görevini fütursuzca hiçbir denetim olmadan keyfi kullanma durumunun söz konusu olduğunu; bu olaydan sonra müvekkilin evine döndüğünü, eşinden birkaç gün uzak kalmak isterken, 55 yaşında, bir bardak su için devlet görevlisi tarafından aşağılanıp dövüldüğünü; savcılıkta aleyhine ifade veren ve dövülürken müdahale edemeyen sığınmacı kadınlara kızgınlık duymadığını, çünkü oradaki insanların sığınma evinde kalmak zorunda olduğunu; bu görevlilerin, kendilerini her şeyi yapmaya yetkili görmelerini sağlayan idari işleyiş olduğunu; müvekkilinin, kendisi gibi başka kadınlara zulüm edilmesini engellemek adına bu olayı, savcılıkça kapatılması üzerine medyaya taşıdığını; müvekkilinin, idari işleyişteki sakatlıkla, kamu görevlisinin haksız eylemi nedeniyle yaşadığı ağır psikolojik travma sebebiyle manevi tazminat talep etmesinin, yalnızca kişisel bir hak arayışı değil, bir vatandaşlık ödevi olduğunu; dava konusu olay ile igili, Samsun 1. İdare Mahkemesinin E:2013/38 sayılı davalarının, başvuru öneli nedeniyle reddedildiğini, Danıştay onamasının 18.05.2015 tarihindeki tebliğinden sonra; yeniden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına 26.05.2015 tarihinde yaptıkları başvurularının 29.06.2015 tarihinde reddedilmesiyle iş bu davayı açmak zorunda kaldıklarını ifade ederek; fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla; 27.07.2012 tarihinde Ondokuzmayıs Kadın Sığınma Evinde, kamu görevlisi tarafından darp edilmesi sonucu geçirdiği psikolojik travma nedeniyle, müvekkiline 50.000 TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı İdareden tahsili istemiyle 10.8.2015 tarihinde idari yargı yerinde dava açmıştır.
Davalı İdare vekili süresi içerisinde görev itirazında bulunmuştur.
SAMSUN 1.İDARE MAHKEMESİ: 17.3.2016 gün ve E:2015/1331 sayı ile, “(…) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde; “İdari dava türleri, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı açılan iptal davaları; idari işlem ve eylemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları; kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı açılan davalar olarak sayılmış; idari yargının idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimini yapmakla görevli olduğu kurala bağlanmıştır.
İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davalarının; idari dava türlerinden biri olduğu idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.
İdare, idare hukuku alanında kamu gücüne dayalı olarak re-sen ve tek yanlı irade açıklaması sonucu tesis etmiş olduğu işlemlere, hukuk alanında yeni durumlar oluşturmasıyla idari işlem kimliği kazandırmakta ve kural olarak bu işlemler özel yasal düzenlemeler dışında, idari yargı denetimine tabi bulunmaktadır.
Dava dosyanın incelenmesinden, Samsun İlkadım Kadın Sığınma Evinde 12.07.2012 tarihinde darp edildiğinden bahisle uğradığı manevi zararların tazmini istemiyle davalı idareye yaptığı başvurunun davalı idare tarafından reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bakılan davada, tazminat doğurduğu iddia edilen olayın kamu görevi yapan kişinin eyleminden kaynaklanan idari bir eylem olduğu, mevzuatta somut olaya ilişkin özel bir görev hükmü de bulunmadığından tazminat isteminin idari yargının görev alanına girdiği açıktır.
Belirtilen nedenle, uyuşmazlığın görüm ve çözümünün idari yargının görev alanına girdiği anlaşıldığından, davalı idarenin görev itirazı yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davalının görev itirazının reddine…” mahkemelerinin görevliliğine karar vermiştir.
Davalı İdare vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılması yolunda süresinde verdiği dilekçesi üzerine, dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir.
YARGITAY CUMHURİYET BAŞSAVCISI:“(…) Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kuralına yer verilmiş; 129. maddesinin beşinci fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceğine işaret edilmiş; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13. maddesinde de, kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı, bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açacakları ve kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının saklı olduğu hükme bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, 27/07/2012 tarihinde Samsun İlkadım Sığınma Evinde kalmaya başlayan davacının su içmek için yemek yenilen bölüme gittiğinde burada karşılaştığı güvenlik görevlisi tarafından darp edildiğinden bahisle 50.000,00 TL manevi zararın tazminine karar verilmesi istenmekte ise de, idari yargıda açılacak tazminat davalarında zararın, idarenin herhangi bir işlemi veya eyleminden kaynaklanması gerektiği, kamu görevlilerinin kişisel eyleminden kaynaklanan maddi veya manevi zararların tazminine ilişkin uyuşmazlıkların görüm ve çözüm yerinin adli yargı mercileri olduğu açık olup, oluştuğu ileri sürülen zararın, bir kamu görevlisinin davacıya karşı suç oluşturacak kişisel tutum ve davranışlarından kaynaklandığı, kamu hizmetiyle herhangi bir ilişkisinin olmadığı, eylemin idare yönünden hizmet kusuru oluşturmadığı kabul edilmelidir.
Yukarıda bahsedilen mevzuat hükümlerine göre, kural olarak, kamu görevlisinin görev ve yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, sorumlu personeline rücu edebilecektir.
Buna karşılık, kamu görevlilerince görevleri sırasında gerçekleştirilen işlem ya da eylemler sırasında, ağır kişisel kusur ile hareket edilmiş olması ve bu kusurun hizmet kusurundan ayrılabilir nitelikte bulunması durumlarında, hizmet kusuru ve zarara konu olay arasındaki illiyet bağı kesileceğinden, kamu görevlisinin yukarıda belirtilen Anayasal ve yasal korumadan yararlanması ve kamu görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak açılan davanın, 2577 sayılı Kanun çerçevesinde idari yargı yerinde görülmesi mümkün olmayacaktır.
Bu sebeple, suç teşkil eden eylemler kamu görevi sırasında gerçekleşmiş olsa bile kamu hizmetinin bir gereği olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu itibarla ağır kişisel kusura dayalı eylem sonucu idarenin hizmet kusuru ile dava konusu olay arasındaki illiyet bağının kesildiği ve bu nedenle davanın haksız fiillere özgü özel hukuk hükümleri çerçevesinde adli yargı yerinde görülmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Uyuşmazlık Mahkemesinin 26/10/2015 tarih ve 2015/734-733 Esas ve Karar sayılı, 06/06/2016 tarih ve 2016/277-326 Esas ve Karar sayılı kararlarında da bu hususlar açıkça vurgulanmıştır.
Yukarıdaki açıklamalara göre, somut olaya ilişkin davanın da özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerinde görülmesi gerektiği düşünülmektedir.
KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle 2247 sayılı Kanunun 10 ve 13. maddeleri gereğince, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına, dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine…” karar vermiştir.
Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısının da yazılı düşüncesi istenilmiştir.
DANIŞTAY BAŞSAVCISI:“(…) Anayasanın 129. maddesinin 1. fıkrasında, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları, 5. fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlarından doğan tazminat davalarının kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği öngörülmüştür.
Dosyanın incelenmesinden, davacı vekili tarafından, müvekkilinin 12.7.2012 tarihinde Samsun İlkadım Kadın Sığınma Evinde güvenlik görevlisi tarafından darp edilmesi sonucu manevi travmaya uğradığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen 50.000 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken mevzuatın, üstlenilen ödevin ve yürütülen hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak kendilerine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklarından yararlanarak onları kullanarak haraket ettikleri, bu nedenle de idaresiyle bütünleştiği, idaresinden ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları, sonuç olarak hizmetin yürütülmesi sırasında ortaya çıktığından, idare yönünden de “hizmet kusuru” nu oluşturmaktadır. Başka bir deyişle, kamu görevlilerinin görev kusurları nedeniyle yürütülen kamu hizmeti işlememekte, geç işlemekte ya da kötü işlemektedir.
Olayda, davalı idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kadın sığınma evindeki kamu hizmetinin niteliği göz önüne alındığında, güvenlik görevlisi tarafından yapılan darp eyleminden kaynaklanan bu davanın görüm ve çözümü idari yargı yerine ait bulunmaktadır.
SONUÇ: Açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca yapılan başvurunun reddinin uygun olacağı…” yolunda düşünce vermiştir.
İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Nuri NECİPOĞLU’nun Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Yusuf Ziyaattin CENİK, Ahmet Tevfik ERGİNBAY, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Süleyman Hilmi AYDIN ve Birgül KURT’un katılımlarıyla yapılan 8.5.2017 günlü toplantısında:
l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; davalı vekilinin anılan Yasanın 10. maddesinde öngörülen yönteme uygun olarak yaptığı görev itirazının reddedilmesi ve 12. maddede belirtilen süre içinde başvuruda bulunması üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nca 10. maddede öngörülen biçimde olumlu görev uyuşmazlığı çıkarıldığı anlaşıldığından ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.
II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Halil İbrahim ÇİFTÇİ’nin davada adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Dava, davacının kadın sığınma evinde, görevli personel tarafından darp edilmesi sonucu psikolojik travma geçirdiğinden bahisle, uğramış olduğu manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
Anayasanın “ Yargı yolu” başlıklı 125. maddesinin son fıkrasında; “… idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.”, “Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence” başlıklı 129. maddesinin 5. fıkrasında; “ Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” hükmü yer almıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. Maddesinde; “ (Değişik bent: 10/06/1994 – 4001/1 md.) İdari dava türleri şunlardır:
- a) (İptal: Anayasa Mahkemesi’nin 21/09/1995 tarih ve E:1995/27, K:1995/47 sayılı kararı ile; Yeniden düzenleme: 08/06/2000 – 4577/5. md) İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları,
- b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
- c) (Değişik bent: 18/12/1999 – 4492/6 md.) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.
- İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.
- Cumhurbaşkanının doğrudan doğruya yaptığı işlemler idari yargı denetimi dışındadır.” denilmektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13. Maddesinde de; kişilerin kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı, bu görevi yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açacakları, kurumun genel hükümlere göre personele rücu hakkının saklı olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, eşiyle yaşadığı sorunlar nedeniyle 27.7.2012 tarihinde, 19 Mayıs Kadın Konuk Evine kabulünün yapıldığı; “Olay” bölümünde ayrıntılı olarak anlatıldığı üzere, görevli personel tarafından kendisine fiziksel ve psikolojik şiddet uygulandığından bahisle uğradığı manevi zararın tazmini için davalı İdareye başvurulduğu, İdarece, iddiaların dayanaktan yoksun olduğu ve gerçeği yansıtmadığı gerekçesiyle istemin reddedilmesi üzerine, davacının vekili tarafından, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydıyla; 27.07.2012 tarihinde Ondokuzmayıs Kadın Sığınma Evinde, kamu görevlisi tarafından darp edilmesi sonucu geçirdiği psikolojik travma nedeniyle, müvekkiline 50.000 TL. manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı İdareden tahsili istemiyle dava açıldığı anlaşılmıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bir kamu kurumudur ve davacının kendisine fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığını iddia ettiği kişi de idarenin ajanı durumundaki görevli personeldir. Davacı kamu kurumundaki görevli personelin, görevini yerine getirirken zarara uğradığını iddia ederek manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Davacının manevi zarar iddiasının dayanağını, idare ajanı konumunda olan davalı İdarede görevli personelin, kendisine fiziksel ve psikolojik şiddet uyguladığı şeklindeki beyanları oluşturmaktadır.
Öğretide, “görevden ayrılabilir kusur” halinin varlığı halinde (yani idare ajanının kast, garez, kin ve husumetle hareket ederek bir zarara yol açması durumunda), bu nedenle zarar gören ilgilinin idare aleyhine değil, doğrudan idare ajanı aleyhine adli yargıda dava açabilmesi gerektiği yönünde bir takım görüşler mevcutsa da; adli yargı uygulamasında bu hallerin çok açık ve somut biçimde belli olduğu ahvalde (örneğin idare ajanının ilgiliye karşı işlediği bir suç nedeniyle mahkumiyetinin bulunması durumunda), uğranılan zararın tazmini için doğrudan adli yargıda dava açılabileceği, bunun dışında her halükârda husumetin idareye yöneltilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Belgelenmemiş, bir yargı ilâmına dayanmayan soyut iddiaların varlığı halinde görevle idare ajanı arasındaki illiyet bağı kesilmiş sayılamayacağından; iddialara dayalı bir davanın öncelikle idari yargı yerince incelenmesi gerekecektir. Davanın somutunda da, davacı tarafından, idare ajanının görevlerinden kaynaklanan yetkilerini suistimal suretiyle, fiziksel ve psikolojik taciz halinin mevcudiyeti öne sürüldüğünden; gerçekte görev kusuru teşkil edebilecek kusur iddialarına dayalı bir davanın “tam yargı davası” mahiyetini taşıdığı ve bu davanın idari yargı yerinde ikame edilmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Buna göre, olayda hizmet kusuru ya da başka nedenle idarenin sorumluluğunun bulunup bulunmadığının saptanması idare hukuku ilkeleri çerçevesinde yapılabileceğinden, 2577 sayılı Yasa’nın 2/1,b maddesi kapsamında bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde idari yargı yeri görevlidir.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın başvurusunun reddi gerekmiştir.
S O N U Ç : Davanın çözümünde İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın BAŞVURUSUNUN REDDİNE, 8.5.2017 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.
Başkan Nuri NECİPOĞLU
| Üye Ali ÇOLAK
Üye Alaittin Ali ÖĞÜŞ | Üye Yusuf Ziyaattin CENİK
Üye Süleyman Hilmi AYDIN | Üye Ahmet Tevfik ERGİNBAY
Üye Birgül KURT
|